7 Haziran 2008 Cumartesi

ARMENIAN ALLEGATIONS AND UN TREATY ON GENOCIDE - 1948 TARİHLİ BM SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ AÇISINDAN ERMENİ İDDİALARI

ARMENIAN ALLEGATIONS AND UN TREATY ON GENOCIDE

The concept “genocide” is defined with the “UN Agreement on the Prevention and Punishment of Genocide Crime” dated 1948. In accordance with article 2 of the agreement;

“Genocide covers one of the following actions; with the intention of killing a national, ethnic, racial or religious group completely or partially: killing the members of the group, giving heavy damages to the physical or mental integrity of the members of the group, keeping the group in living conditions that will result in the loss complete partial physical existence of the group, taking precautions that will prevent births among the group, transfering of the children in the group to another group by force. In genocide, planned actions that have become a state policy are involved.”

When the issue is assessed in terms of the genocide agreement, it is impossible not to mention some events in the history. For committing an offence of inhumanity as genocide, that nation must have a tendency for such a crime in its history. Tendency for crime is a characteristic for the societies just as it is for human beings. When the Turkish history is examined, one can not find any trace of no genocide or assimilation.

When we look at the geography, on which it has spread, we see that the Ottomans held a part of Europe together with the Balkans up to the borders of Vienna, all Northern Africa on Mediterranean coast, all of the Middle East and the Arab Peninsula under its management for many years. This period is at least 200 — 400 years. Which nation in this geography can be said to be extinct? In the period, during which religious rules were executed in Anatolia, beliefs such as the oldest Christianity sect Syriacism and Yezidi belief worshipping flame and peacock were able to survive lived and in 1800s, although violated of the religious laws, churches have been opened in Anatolia. Even while one of the two brothers was Sokullu Mehmet Pasha, the Ottoman Grand Vizier, the other was assigned as Patriarch to the Makarje Serbian Church and has resurrected the Serbian nation. In the same period, when we look a other regions of the world, we see the genocides of the sects struggle period in Europe, the communities, whose languages were changed in the far east (Indians — Pestun), Africa, and Southern America whose language and religion have been completely changed.

Nazis have killed millions of people during the 2nd World War. Between 1939 — 1945, 5-6 million Jews, more than 3 million Soviet war prisoners, more than one million Polish and more than one million Yugoslavians, approximately 200.000 gypsies and 70.000 disabled were killed. This is the genocide.

In addition to these, although the United Nations has a preventive agreement, there have been many genocide events in the modern era. For example, in accordance with the confessions of 2 retired French generals published in Le Monde, the French have killed minimum one million Algerians between 1954 — 1962, the Indonesian army has killed one million communists and their families between 1965 — 1966, the Red Kmers in Cambodia killed 1.7 million Cambodians between 1975 — 1979, in 1994 500.000 Tutsies have been killed by the Hutus in Ruanda, and finally thousands of Muslims have been subject to the Serbian severity in Bosnia — Herzegovina after 1991.

The genocide crime has been committed in these events in its real meaning. Contrary to the Armenian pretensions, the implementation performed in Eastern Anatolia in 1915 is the migration from one place to another region within Ottoman land and it has no relation with the genocide. Turkish management is accustomed to living with the nations of different cultures and races in the regions it dominated. There is “justice” in the Turkish tradition, there is “keeping the cultures alive”; but there is no “massacre” or “genocide”. This matter is clearly indicated in the book of Justin McCarthy named “Death and Exile”. In this book, the story of the Balkans and the Caucasian people taking refuge in the Ottoman management to escape death are related.

One should the ones accusing the Ottoman management with genocide: Where did the Jews and the Muslims escape from Spain and Portugal in 1469 where did Tökeli Imre and his men escape from Hungary in 1680, where did Rakoczi Ferench and his men go in 1711, where did Layos Kosuth and a Hun group of 2000 people go in 1849, where did Prince Chartorski go with his 135000 soldiers in 1841 and 1856, where did the Russian commander Vrangel and even Trouchki escape in order to take refuge from death?

The history gives the answer all these questions as the “Ottoman”. Don’t the ones announcing the relocation implementation in 1915 as the so called “Armenian genocide” know that Poland and Germany origin Jews found shelter in Turkey since 1930s? While only 20 — 25 years had passed over the so — called Armenian genocide, why did the ones looking for a country to adopt chose Turkey as their rescuer? The answers to these questions are hidden in the just, humane, tolerant, uniting character of the Turkish State tradition, which has always been respectful towards traditions and beliefs.

Furthermore, the genocides and assimilations made in the Balkans 550 years after the Ottoman Empire Fatih, who gave the people living on the land he ruled, the chance of preserving their values alive and transferring them to the new generations, must be remembered. The Balkan nations, whose languages, religions, churches, schools were taken under guarantee with this order, have torn the Bosnians, Albania — rooted Muslims, Macedonians and Bulgaria Turks out of their own land in the verge of the 21st century. Today, the ones accusing Turkey of genocide have ignored the massacres that continued for moths and tapped their ears to the screams of the raped women of any age. Recently, not only the Balkan nations found shelter in Turkey; but also the Iraqis running away from Saddam Hüseyin, the Iraqi state president, who tried to commit genocide using the “mustard gas” he provided from the western chemical weapon producers, found shelter in Turkey. The Turkish people has always shared their bread at any time in history in spite of their limited opportunities and have opened their arms to the oppressed nations. The Turkish people, the Ottoman and the Republic of Turkey have a very clean register that can be an example for other nations and states.

1948 TARİHLİ BM SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ AÇISINDAN ERMENİ İDDİALARI

"Soykırım" kavramı, 1948 tarihli "BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre;

"Soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle: Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur."

Konu soykırım sözleşmesi açısından değerlendirildiğinde, tarihteki bazı olaylara değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için o milletin tarihinde bu suça yatkınlık olması gerekir. Bir şahıs için suça yatkınlık nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz.

Yayıldığı coğrafyaya baktığımızda Osmanlı; Balkanlarla birlikte Viyana önlerine kadar Avrupa'nın bir kısmını; Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika'yı; Ortadoğu'nun tamamını ve Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tutmuştur. Bu süre asgari 200-400 yıl arasıdır. Söz konusu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir?

Anadolu'da şer'i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi Süryanilik, tavus kuşuna ve ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda şer'i hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta iki kardeşten biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesi'ne Patrik tayin edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerine baktığımızda; Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrika'yı, Güney Amerika'yı görürüz.

II. Dünya Savaşı boyunca Naziler, milyonlarca insanı katletmişlerdir. 1939-1945 yılları arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.
Bunlara ek olarak, Birleşmiş Milletlerin önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.

Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde'da yayınlanan itiraflarına göre Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir'de en az 1 milyon Cezayirli'yi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve nihayet 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması amacıyla Osmanlı toprakları içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup, soykırım ile hiç bir ilgisi yoktur. Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Türk devlet geleneğinde "adalet" vardır, "kültürlerin yaşatılması" vardır; ancak, "katliam" ya da "soykırım" yoktur. Bu husus, Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça ortaya konulmaktadır. Söz konusu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını anlatılır.

Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu, İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları; 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski, 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel ve hatta Troçki, ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar?

Tarih, bütün bu soruların cevabını "Osmanlı" olarak vermektedir. 1915'teki yer değiştirme uygulamasını sözde "Ermeni soykırımı" olarak ilan edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde Ermeni soykırımının üzerinden henüz 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir? Bu soruların cevapları da, Türk devlet geleneğinin adil, insani, hoşgörülü, birleştirici, töre ve inançlara saygılı karakterinde saklıdır.

Ayrıca; bugünkü insan hakları normlarını kapsayan 1478 tarihli Fermanı'yla hükümran olduğu topraklarda yaşayan tüm insanlara sahip oldukları değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere aktarma imkanı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonlar hatırlanmalıdır. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına 21. Yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır.

Bugün Türkiye'yi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamışlardır. Son dönemde Türkiye'ye sığınanlar sadece Balkan halkları olmamıştır; Batılı kimyasal silah üreticilerinden sağladığı "hardal gazı" ile soykırıma kalkışan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in elinden kaçan Irak halkı da kurtuluşu Türkiye'de görmüştür. Türk insanı sınırlı imkanlarına rağmen tarihin her döneminde ekmeğini paylaşmayı bilmiş ve mazlum halklara kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer milletlere ve devletlere örnek olacak gayet temiz bir sicili vardır.

Hiç yorum yok: